28.1.14

Posted by Alper Demiroğlu | File under :
Geçmişi göze alıp şöyle bir düşününce en çok savaş ve drama türleri kapsamında filmler izlediğimi görüyorum. Pek tabii bu durumun özellikle II. Dünya Savaşı'nı ele alan filmlere büyük ilgi duyan, Call of Duty sevdalısı bir babaya sahip olmakla doğrudan ilgisi var. Neyse, ehm. İzlediğim ilk savaş filmi, bir zamanlar gerçekten kaliteli ve insanın ufkunu açan diziler/filmler yayınlayan, ancak ilerleyen yıllarla birlikte doğru orantılı olarak değişen yayın politikasından mıdır bilinmez deyim yerindeyse "yolunu sapıtan" Cnbc-e'nin, "Ustalara Saygı" kuşağında yayınladığı "Das Boot"tu. Yaklaşık 3,5 saat kadar süren film, derine indikçe artan basınç nedeniyle çıkan gerilme sesleri olsun, vidaların birer kurşun misali havada uçuşup çıkardıkları sesler olsun, resmen deprem anlarında hissettiğimiz o sinir bozucu yer uğultusunun verdiği korkuyu birebir yaşatması olsun, dönemin en kült korku filmlerinden bile çok daha gerçekçi bir korku hissettiriyordu izleyiciye. Bu film hakkında daha birçok şey söyleyebilirim çünkü bilinçaltıma tüm dehşetliğiyle yerleşmiş ve hâlen bu özelliğini yitirmemiş vaziyette. Ama şimdiye kadar bu filmi izlemeyenler için tek bir öneri vermem gerekirse; İzlemeyin. Çünkü Das Boot'u seyrettikten sonraki bütün savaş filmleri artık biraz daha yapmacık gelecektir. 

"Das Boot" ile başlayan savaş filmlerine olan merakım Black Hawk Down, Saving Private Ryan, Pearl Harbor, The Pianist gibi filmleri üst üste izlemenin ardından adeta ciddi bir hastalığa dönüştü. Elbette saydığım filmleri oldukça küçük yaşlarda izlediğimden, işlenilen Amerikan/Nazi propagandalarından bihaberdim. Daha çok; "Oo sınaypırla nasıl vurdu olm o öyle?", "Adamın bacağı koptu laan!!" tarzı cümlelerle takip ediyordum filmleri. Ancak Amerikalıların, ele alındıkları her filmde yardımsever, cesur, kahraman ve adeta birer barış elçisi olarak gösterilmeleri bir şeylerin taraflı olarak gösterildiğini gayet net bir şekilde belli ediyordu. Bu durumu farkettikten sonra Japon, Alman ve Rus yapımı filmlere yönelip Amerikan sinemasından mümkün olduğu kadar uzak durarak, yine çok küçük yaşlarda diyebileceğim bir zaman diliminde Stalingrad, Letters From Iwo Jima, Enemy At The Gates gibi filmleri izleme fırsatı yakaladım.


 İzleyeli neredeyse 2 hafta geçmesine rağmen İtalyan yapımı film "Life Is Beautiful" ile sürekli arasında kaldığım Au Revoir Les Enfants (Elveda Çocuklar), II. Dünya Savaşı'nın acımasız yüzünü belli belirsiz zaman aralıklarıyla bombaların patladığı, bedenlerin bu patlamalarla birlikte havaya uçtuğu ölüm kokan cephelerden değil, adından da anlaşılabileceği üzere daha toplumsal bir açıdan izleyiciyle buluşturuyor. Filmin başrollerinde, yaşlarından büyük oyunculuklarıyla Gaspard Manesse ve Raphael Fejtö yer alırken, yönetmen koltuğunda ise Fransız senarist ve yapımcı Louis Malle bulunuyor. Yönetmenin adını ilk defa duyduğumdan ve Fransız filmlerinden çok müziğiyle ilgilendiğimden Mösyö Malle hakkında pek fazla bir şey söyleyemeyeceğim ne yazık ki.

"Elveda Çocuklar", ana tema olarak II. Dünya Savaşı ve Yahudi Soykırımı kavramlarını ele alıyor. Filmin tamamında olayların "çocukların gözünden" anlatılması klişesi bol bol kullanılsa da, biraz vicdan sahibi kişilerin bu klişeyi görmezden gelebileceği türden bir film diyebilirim. Her önüne geçeni adeta ezmeden yok eden II. Dünya Savaşı'ndan kaçmakta olan 3 Yahudi çocuğa, isimlerini değiştirmek suretiyle yatılı ve özel bir okulda okuma şansı veriliyor. Ancak söz konusu okul Alman milisler (Silahlı sivillerden oluşturulmuş askeri güç.) tarafından sürekli kontrol edilmekte. Bu 3 çocuktan biri olan Jean Bonnet'in (Üstteki fotoğrafta solda.) film boyunca iyimser, derslerinde başarılı, sanatçı bir kişiliğe sahip yetenekli bir yahudi olarak gösterilmesi pek tabii eleştirileri yanında getirebilirken, Fransız Julien Quintin'in (Üstteki fotoğrafta sağda.) bu durumdan ilk başlarda hoşnut olmaması ve akabinde de izleyenin Julien'e sempati beslemesi için ancak filmin sonlarını beklemesi film hakkındaki birkaç soru işaretinden biri oldu benim açımdan. 

Başlarda birbirine düşman olan bu iki çocuğun -az önce de belirttiğim gibi- filmin sonlarına doğru birdenbire çok iyi arkadaş olup büyük bir sırrı paylaşmaları filmin sonunda olabilecekleri az çok tahmin ettirebiliyor aslında. Filmin en vurucu iki sahnesinden biri olan Nazi polisinin sınıfı basıp sorgu yaptığı sahne ve bu iki çok iyi arkadaşın yaşadığı gerilim adeta bir tokat gibi çarpıyor izleyene. Çocukların gözünden dostluğu ve ayrımcılığı anlatan "Au Revoir Les Enfants", belki türünün en iyisi değil fakat izlenilmeyi kesinlikle hakediyor. 


Yönetmen: Louis Malle.
Yapım: 1987/Fransa.
Süre: 104 Dakika.
Tür: Savaş/Drama.

Puan: 7,3/10.

☛ ☛ Her türlü fikir ve görüşlerinizin yanı sıra Last Fm hesabımı ziyaret edip müzikal uyumluluk derecenizi görebilir, Twitter'dan takip edebilirsiniz. :)  

0 yorum:

Yorum Gönder